Uluslararası kamuoyunda zarar gören Netanyahu’nun savaş hükümeti, bu hamlelerle Batı’nın yeniden desteğini arkasına almayı başardı.
EKOPOLİTİK | 1 Nisan günü İran’ın Şam konsolosluğuna gerçekleşen saldırı sonrasında yine-yeniden dünyanın gözü Ortadoğu’ya çevrildi. Fakat tüm siyaset bilimcilerin ortak kanısı İran’ın gerilimi yükseltecek şekilde bir saldırı yapmayacağı yönündeydi.
Cumartesi akşamı saat 23:00’a geldiğinde söylem eyleme dönüştü. İran’ın bir gecede 300’den fazla füze ve insansız hava aracıyla İsrail’e saldırması, kırılgan bir bölge için yeni ve tehlikeli bir dönemece işaret ediyordu.Başlı başına, bu daha önce benzeri görülmemiş bir eylemdi ve İran kendi topraklarından İsrail’e karşı yapılan ilk saldırıydı. Ancak bunların büyük çoğunluğu İsrail güçleri ya da müttefikleri veya komşuları tarafından gökyüzünden kolayca vuruldu. Görünüşe göre şu ana kadar bunun sonucunda tek bir kişi bile ölmedi.
Saldırının esası, gizli ve yıpratıcı olması şeklinde tanımlanabilir. Bu durum, İran’ın bu saldırıdan somut bir sonuç almayı hedeflemediğini gösteren en önemli işaretlerden biridir. Son iki gündür artan tehditler ve önceden ilan edilerek fırlatılan İHA’lar, saldırının aslında net bir sonuç almak veya yeni bir savaş başlatmak amacı taşımadığının belirgin bir göstergesidir. Bu strateji, İran’ın daha çok psikolojik ve siyasi bir baskı aracı olarak kullanıldığını ve gerilimi artırmak suretiyle uluslararası toplumda bir reaksiyon yaratmayı amaçladığını işaret eder.
İran’ın bu taktiksel yaklaşımı, geleneksel askeri stratejilerden ziyade asimetrik savaş yöntemlerini kullanma eğilimini yansıtır. Asimetrik savaş, güç dengesinin eşit olmadığı durumlarda, zayıf tarafın güçlü tarafa karşı konvansiyonel olmayan yöntemlerle mücadele etmesi anlamına gelir.
İran, içsel ekonomik sıkıntılar ve toplumsal huzursuzluklar nedeniyle uluslararası arenada dengeli ve pragmatist bir dış politika izlemeye çalışmaktadır. Bu çerçevede, Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail gibi güçlü devletlerden daha büyük çaplı bir misilleme yapmalarını istememektedir. İran’ın net bir amacı bulunmakta; bu amaç, nükleer silah kapasitesine ulaşmaktır. Bu hedefine ulaşmak için ise 1-2 yıl gibi bir süreye ihtiyaç duymaktadır. Bu durum, İran’ın uluslararası politikalarını şekillendirirken temkinli davranmasını gerektirir ve bu nedenle, aşırı provokatif hareketlerden kaçınmayı tercih etmektedir.
Netanyahu İstediğini Aldı
Netanyahu hükümetinin bu ayın başlarında Şam’daki İran konsolosluğunu bombalaması ve üst düzey bir İranlı generali öldürmesi ağır bir darbe olmakla birlikte aynı zamanda kışkırtıcı bir hareketti. Batı dünyasında, Gazze’de işlediği insanlık suçları ve 30 binden fazla insanın ölümüne neden olan İsrail’e karşı Batı’daki tepkiler giderek sertleşmekteydi.
İsrail, bu negatif algıyı değiştirmek ve kamuoyunu konsolide etmek amacıyla İran planını devreye soktu. Nitekim, bu saldırıdan önce ABD’de İsrail’e yönelik silah ambargosu tartışılırken, saldırının ardından Senato’dan İsrail için 18 milyar dolarlık yeni bir destek paketi onaylandı. İngiltere de saldırı sırasında İsrail’e askeri uçaklarla destek verdi. Uluslararası kamuoyunda zarar gören Netanyahu’nun savaş hükümeti, bu hamlelerle Batı’nın yeniden desteğini arkasına almayı başardı.
Biden Seçim Gerçeğiyle Hareket Etti
Başkan Joe Biden, ABD’nin İsrail’e “demir gibi sağlam” bir destek sunduğunu ancak Washington’un İsrail’in İran’a yönelik bir karşı saldırısını desteklemeyeceğini söylediği bildirildi.
ABD, uzun yıllardır İran’ın askeri ve siyasi gücünü yıpratmaya istekli olmuştur. Ancak, Ortadoğu’da İran’ı bir tehdit olarak algılamasına ve onun gücünü düşürmek için çaba sarf etmesine rağmen, ABD Başkanı Joe Biden seçimlere aylar kala, bu tür bir gerilimin kendisini de zor duruma sokacağını bilerek temkinli bir bekleyiş içerisindeydi. Bu nedenle, Biden yönetimi kapı arkası politikaları aracılığıyla İran’ın saldırı dozajını ve yöntemini kontrol altında tutmaya çalıştı.
Sonuç olarak, İran’ın İsrail’e yönelik geniş çaplı saldırısı, Ortadoğu’da mevcut güç dengelerini ve bölgesel dinamikleri sarsıcı bir biçimde etkilemiştir. İran’ın bu saldırıyı gerçekleştirmesi, hem iç politikada yaşadığı baskıları hafifletme çabası hem de uluslararası alanda nükleer kapasiteye ulaşma hedefine dikkat çekme stratejisinin bir parçası olarak değerlendirilebilir. Saldırı, İran’ın asimetrik savaş kabiliyetini ve bölgesel bir güç olarak etkisini koruma arzusunu göstermektedir.
Öte yandan, İsrail’in tepkisi ve Batı dünyasından aldığı destek, İsrail’in bölgedeki güvenlik politikalarını ve uluslararası alandaki stratejik konumunu pekiştirme yönünde önemli bir adım olmuştur. Netanyahu, Batı’da artan eleştirilere rağmen, ABD ve İngiltere gibi müttefiklerden sağlam destek almış ve bu sayede iç politikada ve uluslararası arenada manevra kabiliyetini artırmıştır.
ABD Başkanı Joe Biden’ın İran konusunda izlediği temkinli politika, seçimlere kısa bir süre kala ABD’nin Ortadoğu politikasında önemli bir rol oynamıştır. Biden yönetimi, İran’ın askeri kapasitesini sınırlama ve bölgede istikrarı sağlama hedefine bağlı kalmış, ancak aşırı askeri müdahalelerden kaçınarak diplomasi ve arka kapı politikalarına ağırlık vermiştir.
Bu durum, İran’ın nükleer hedeflerine ulaşma sürecini, İsrail ve ABD’nin bölgesel politikalarını ve genel olarak Ortadoğu’daki güç dengelerini şekillendirmeye devam edecektir. Bölgede yaşanan son gelişmeler, uluslararası toplum için yeni güvenlik ve diplomasi stratejileri geliştirme ihtiyacını daha da önemli kılmaktadır. Bu süreçte, bölgesel ve global güçlerin kararları, Ortadoğu’daki gelecekteki siyasi ve askeri gelişmeler üzerinde belirleyici olacaktır.